Bu web sitesi sağlanan hizmetlerin iyileştirilmesi ve web sitemizde en iyi deneyimleri yaşamanız için çerezleri kullanır.

Reddet Kabul Et
Şerif Hanım Kızık´ın Başarı Öyküsü

ANADOLU’DAN BİR HANIM AĞA

 

            Ben Şerif Hanım Kızık. 1950 yılında Karaman’da doğdum. İş hayatıma eşimle birlikte 1980 yılında başladım. Eşim bir bisküvi fabrikasında çalışırken işten çıkarıldı. Ben de o zamanlar evde terzilik işi ile meşguldüm. Kolumda terzilik işinden kazandığım burma bir bilezik vardı ve başka da bir sermayemiz yoktu. Başaracağımıza inanmıştık. Kullanılmış ve atılmış eksi makineleri alıp, tamiratlarını yapıp monte etme işiyle işe başladık. Bildiğimiz bir iş olan gofret üretimini yapmaya karar verdik. Çünkü eşimin çalıştığı iş gofret üzerineydi. Eşimin çalıştığı fabrika çocukluğumuzun geçtiği evimizin, büyüdüğümüz mahallemizin yanındaydı. Fabrikanın akşam temizliğinde süpürerek çöpe attığı bisküvi kırıntılarını toplayıp, yiyor ve hiç de hasta olmuyorduk.

            O zamanki makineler şimdiki gibi teknolojik değil, el emeği ile çalışan cihazlardı. Üretime başladığımız ilk gün hiç unutmuyorum 45 kutu mal çıkardık. Bu da 2 kilodan 45x2= 90 kilo demekti. Bu satıştan elde ettiğimiz parayı yeni üretim için gerekli olan un, yağ ve şeker almada kullandık. Bu aldığımız malzeme ile daha da çok üretim yaptık. Ben o zamanlar kızıma Başak’ıma beş aylık hamileydim. O zamanlar şimdiki gibi arabamızda yoktu. Mobilete binip 1 km’lik yerden bir çuval unu alıyor, işyerimize bırakıyor ve yine dönüp bir çuval unu alarak iki günlük üretim için gerekli olan iki çuval unu temin ediyorduk. Geçmişle şimdiyi karşılaştırdığımızla şimdi gururla 200 çuval unla 30 ton mal ürettiğimizi söyleyebilirim.

            1984 yılında bisküvi üretimine başladık. Makineler kuruldu, üretime başlayacağım derken sermayem bitti. Bankaya gidip yalvar yakarma ile 10 lira aldım. 10 lira ise 4 günde bitiyordu. “Ne yapacağım? 4 günde o malı paraya çeviremem ki.”diye düşüncelerine sahiptim. Şartlar beni çok zorladı. 3 ay çalıştım ve sonunda kurulmuş makineyi sattım. Çünkü işyerimiz kiralıktı ve bu işler kiralık yerde olmuyordu. Satıştan elde ettiğim para ile 150 m2 kapalı alanı olan bir yer satın aldım. Zamanla bu yere ek binalar yaptım, üzerine evimi inşa ettim. Çünkü işimin başında olmam gerekiyordu. Akşam yemeklerinden sonra elime çayımı alıp, aşağıya (işyerime) iner, işçilerin bir gün sonra üretimde kullanacak olduğu kutuları hazırlar, zamandan kazanırdım.

            Öğrenimim ortaokul. Bu işlerle uğraşacağımı bilsem okumaz mıydım? Ama şu da bir gerçek “Her şey okumakla olmuyor” Mücadele etmek, pes etmemek gerekir. “Eğitim elbette şart” Sözlerim yanlış anlaşılmasın. Ancak en uzun yol bile bir adımla başlar.

            İşe başladığım yıllarda çok zorlandım. Çünkü erkek egemenliğinin hâkim olduğu bir piyasada yenisin, hiçbir bilgin yok, paran yok. Cesur ve kararlı davranmasaydım bugün hedeflerime ulaşamazdım. Hangi işi yaparsanız yapın ama hedefinize inanın. Adımlarınız küçük bile olsa ilk adımı atın. Benim üniversite diplomam yok ama hayat diplomam da karne notumu hep yüksek tutmaya çalıştım. Başardığıma inanıyorum. Karaman’da inandı ki bana “HANIM AĞA” lakabına layık gördü.  Hanım Ağa olmak çok kolay değil. Hele Hanım Ağa olarak kalabilmek daha da zor.

İlk zamanlar erkeklerin hâkim olduğu sektörde kadın sanayici olmak kolay olmadı. Çok ama çok mücadele ettiğimi söylemeliyim. Oğlum küçük ve öğrenci, kızımsa daha 20 günlük bir bebek ve her şeyden önce ben bir anneyim. Evime, eşime, çocuklarıma karşı sorumluluklarım var. 20 günlük kızımı iş yerimde şeker çuvallarının üzerinde büyüttüm. Şimdi ki gibi ayrı ayrı odalar yoktu ki bir odaya bebeğimi bırakabileyim. Kızım şimdi 27 yaşında. Ankara’daki şubemizin başında eşi ile beraber bize destek olmaya devam ediyor.

Sizlere başımdan geçen bir anımı anlatmak isterim. Eşimin olmadığı bir gün unumuz bitti. Üretim için un gerekiyor. Karaman’daki un fabrikasını telefonla arayarak unumun bittiğini söyledim. “Bize un verin. Akşamüzeri ödemenizi yapacağız” dedim. Telefonda görüştüğüm un fabrikasının muhasebe müdürü bana “Kadın git başımdan. Senin kocan yok mu? Ben kadınlardan hoşlanmam” diyerek telefonu yüzüme kapattı.  Çok üzüldüm, ağladım ve yeniden arayarak telefona çıkan kişiye muhasebe müdürü ile görüşmek istediğimi söyledim. Bayan sekreter “TAÇ” kelimesini söyleyince, muhasebe müdürü telefonu aldı ve “Kadın senin başka işin yok mu? Bela mısın? Şeytan mısın? Sabah sabah” diyerek yeniden azarladı. Bu adamın karısı, kızı, kız kardeşi olmayabilir ama nihayetinde sonuçta onu da doğuran, büyüten bir annesi var. Ben de bu kullandığı kelimeler sonrasında ona telefonda “Beyefendi sizin okuma yazmanız var mı?” sorusunu sordum. O da bana “Kadın beni dellendirme. Okumam yazmam olmasa nasıl müdür olacağım” dedi. Ben de ona “TAÇ’ın kartını açın ve sol üst köşede yazan ŞERİF HANIM KIZIK ismine bakın. Eşimin adı yazmıyor. Siz isteseniz de istemeseniz de benimle muhatap olmak zorundasınız” dedim ve telefonu kapadım. Daha sonra fabrika müdürünü arayarak “Müdürüm sizin fabrikanızdan un alabilmek için yedek koca mı bulunduracağım? Yoksa cinsiyet mi değiştireceğim?” serzenişinde bulundum. Müdür Bey’de bana “O nasıl söz Şerife Hanım” dedi. Ben de “Nasıl söz olduğunu muhasebe müdürünüze sorun” dedim. Muhasebe müdürü ile görüşüp beni aradı ve beni üzen bu durum için benden özür diledi. O fabrikaya ilk ayak basan bayan benmişim. Muhasebe müdürü ondan tepki göstermiş. Tutucu ortamı olan bir işyeri idi. Ben bu olay sonrasında bir daha oradan un almadım.

Şuan 37 yaşında olan oğlum fabrikamızın Genel Müdürlük görevini, eşim üretim ve satın almadan sorumlu müdürlük görevini bense Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyoruz. Bizler işçilikten geldik. Geldiğimiz yeri hiçbir zaman unutmadık. Şimdi bile işçi gibi önlüğümü giyer, makine başına geçer, çalışırım. İşyerime dışarıdan gelenler patron sorarlar yok der ve gönderirdim. Çünkü benim kaybedecek zamanım hiç olmadı. Zaman paradan daha da önemliydi benim için.

Devlet tarafından sunulan kredilerin hiç birini almadım. Cesaretimle, doğrularımla ve kendi imkânlarımla kazanarak başardım. Başardım demek keyif ve gurur veriyor bana. Bundan sonrası için büyük iddialarım yok. Nereden nereye geldiğimi hiç unutmadan yaşamaya ve çalışmaya devam edeceğim. Bu işe başlarken bir hedef koymuştum. Şuan istediğim yerdeyim. Bundan 9 sene önce Organize Sanayi Bölgesinde 3.500 m2 kapalı alanı olan bir bina satın aldım. Burada eski makinelerle değil, yepyeni, otomatik, el değmeden çalışan bisküvi tesisini kurdum. İki adet bisküvi, bir adet pasta, iki adet rapido dediğimiz tam otomatik gofret üreten makinelerimiz ve çok sayıda paketleme yapan makinelerle çalışıyoruz. 150 m2’den çıktık, 3.500 m2’ye sığmadık. Yanımızda bulunan arsayı da alarak 7.000 m2 açık alanı olan tesisler kurdum. Başka illere sevkiyat yapmak için çok sayıda araç aldım. Römorklu tırlarla sevkiyatımı yapıyorum. Büyük şehirlerde bayi ve depolarım var. Pazar sorunum yok, pazarlamacım yok. Çünkü oturmuş bir piyasa düzenim var. Ürettiğim mallarımı telefon siparişi ile sevk ediyorum.

2002’de “Zirvedeki Başarılı İş Kadınları” ödülünü İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde düzenlenen törende aldım. Türkiye genelinde üretim izni alan iki bayandan birisinin ben olduğunu öğrendim. Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı plaketle ödüllendirdi. Zamanında kredi vermeyen bankalar, şimdilerde gelip kredi alın diyorlar. Bense “Bundan sonrasında krediyi ne yapayım. Müşterilerimizin yanındaki kredimiz bana yetiyor” diyerek gönderiyorum. Yine tekrarlamak isterim “BEN GELDİĞİM YERİ HİÇ UNUTMADIM, UNUTMUYORUM. KİMSE İLE REKABETİM YOK. TEK RAKİBİM YİNE KENDİMDİR” Biz birbirimize bağlı bir aileyiz. Kadınım, anneyim ve birazda duygusalım. Çevremdeki ihtiyaç sahibi insanlardan çok etkileniyorum. Zamanımı sosyal sorumluluk projelerine ayırıyorum. Çeşitli toplumsal dernek ve kuruluşlarda aktif görevlerim var. Onlara ayırmak daha yararlı geliyor bana. Günümüz koşullarında hala suyu, çeşmesi, ekmeği olmayan insanlar var.  Ben neyleyim parayı pulu dediğim anlar çok oluyor. Elimden geldiğince ihtiyaç sahibi ailelerin yanında olmaya çalışıyorum. Bundan da büyük bir manevi haz alıyorum. Açıkçası son yıllarda mesaimin çoğunu bu ailelere ayırdım. Çok çalıştım, yoruldum. Zaman zaman eşime “Artık yeter. İkimizde emekliyiz, geçinir gideriz” diyorum ama olmuyor. 100’e yakın çalışanımız var. Onların işsiz kalmalarına gönlüm razı olmuyor. Onları hiçbir zaman işçi gibi görmedim. Biz onlarla çok büyük bir aileyiz. Onlarda benim çocuklarım gibi oldu. Bu büyüyen aileyi çok seviyorum. Ben yeri geldi hem ablaları hem anneleri oldum. Bu bambaşka bir sorumluluk. 25 kadar işçimi evlendirdim. 5 işçimi ev sahibi yaptım. İşçilerimden torun sahibi bile oldum. Ne eşime ne de bana ailemizden bu varlık kalmadı. Ben bu varlığı işçilerimle büyüyen ailemle kazandım. Allah’ın doğruların yanında olduğunu düşünüyorum. İyi niyetle yola çıktım. Azmettim ve başardım. Alın teri nedir belki de en iyi bilenlerden birisi benim. Zamanında yarım kalan öğrenimimi şimdi öğrenci okutarak gideriyorum. İki tane emekli maaşımla, kira gelirlerimle öğrencilere burs veriyorum. Bu günlerde yeni kurulan makinelerim de üretime başladı. TAÇ Gofret’in bacası tütüyor ya işte tüm mesele bu. Ben, eşim ve oğlum omuz omuza devasal bir fabrikayı çalıştırıyoruz.

2004’te gazetelerin benim hakkımda yazdıkları yazıların başlıklarını sizlerle paylaşmak isterim:

“KADIN İSTERSE BAŞARIR”

“GIDA SEKTÖRÜNDE KADININ ADI VAR”

“KARAMAN’IN İLK ve TEK KADIN SANAYİCİSİ”

“ERKEKLERİN HÂKİM OLDUĞU SEKTÖRDE KENDİNİ KABUL ETTİRDİ”

“AZİMLE PATRONİÇE OLDU”

“ERKEKLERİN HÂKİM OLDUĞU SEKTÖRDE ŞERİFE HANIM’I KABUL ETMEDİLER, KABUL ETMEK ZORUNDA KALDILAR”

“KADINLARIN EGEMENLİĞİ İŞTE BU”

                                                                    ŞERİF HANIM KIZIK